editorden | Aşka ve Sevgiye Dair...
Kategori

EDITORDEN

post image

Budget Araç Kiralarken Dikkatli Olun

Merhaba arkadaşlar. Size bu yazımda başıma gelen bir olayı anlatacağım... Geçenlerde Adana'dan İzmir'e seyahat etmem gerekiyordu ve buna istinaden sürekli çalıştığım Budget firmasını aradım. Normalde İzmir havaalanı araç kiralama yazıp tüm sonuçları arayıp elemem gerekiyordu fakat ben bunu yapmak yerine her zaman çalıştığım Budget'ı aradım ve 1 günlük araç istedim. Uçağım öğle saatlerinde İzmir'de olacaktı ve ertesi gün sabah geri dönecektim. Buraya kadar hiçbir problem yoktu. Budget'ı aradım, rezervasyon yaptırdım. Vodafone Red abonesi olduğum için bana ayrıca indirim(!) yaptılar. Velhasıl Adana'dan İzmir'e gittim ve Budget'ın havaalanındaki ofisine vardım. Kimliğimi uzattım ve araç kiralamak istediğimi, rezervasyonum olduğunu belirttim. İşlemlere geçtiler ve bana araç veremeyeceklerini, puanımın yetersiz olduğunu belirtmezler mi? Bir an beynime kan sıçradı! Nasıl olur, kontrol edin rezervasyonum var dememe rağmen araç vermeyeceklerini belirttiler. Neden olarak Findeks kredi puanım yetersizmiş... "Bir yanlışlık olmalı, benim puanım zaten yüksek, tekrar kontrol eder misiniz?" dedim ama sonuç nafile... Aracı vermediler. Orada insanların içerisinde rezil olduğuma mı yanayım, araç alamayıp düğün günü ne yapacağımı düşünmeme mi yanayım anlamadım... Velhasıl havaalanında başka bir araç kiralama firması ile anlaştım ve problemi bu şekilde çözdüm.  Daha sonra Mersin'e geldim ve ilk işim maaşımı aldığım bankaya gitmek oldu. Durumu anlattım, onlar kontrol ettiler ve puanımın çok yüksek olduğunu (1900 en yüksek puan, benim ise 1800) istediğim tutarda ayrıca kredi verebileceklerini belirttiler. Bende bu rezillik nasıl olur o zaman dedim ve tekrar Budget firmasını aradım. Başımdan geçenleri anlattım. Yaklaşık 30 dk'lık bir bekleme / yönlendirmeden sonra yeni sisteme geçildiğini, bundan böyle kredi kartının limitine de baktıklarını söylediler. Bu yüzden aracı alamamışım...  Keşke rezervasyon anında bu kontrol sağlansaydı da ben havaalanında rezil olmasaydım. Kısa lafın özü havaalanında rezil olmak istiyorsanız Budget'ı tercih edin.  Tamamen kendi görüşümdür, okuyup okumama veya uygulama yada uygulamama kararı sizindir. 

post image

Hoşlanmak ile Sevmek Farkı

Bir çiçek görürsünüz; zarif, narin ve kırılgan. İlk bakışta rengi, kokusu ve duruşuyla sizi etkileyen... Onu koklamak, ona dokunmak istersiniz zarar vermekten korkarak.  Hakkındaki tüm bilgileri sorup öğrenirsiniz onu en iyi tanıyandan.  Onu çok sevip hep yanınızda olmasını isterseniz. Önce en sağlıklı ve en kaliteli tohumu bulup,  en verimli toprağı alırsınız. En iyi “hangi ortamda yetişir, ne kadar ışık ve su ister, vitamin desteği olmalı mı?” araştırırsınız. Hazırladığınız saksıya özenle ekip, olması gereken en iyi ortamı hazırladıktan sonra düzenli aralıklarla sulayıp bakımını yaparsınız. Kurumasın, hastalanmasın, çürümesin diye gözünüzden bile sakınırsınız. Çünkü bundan böyle hep sizinle olmasını istersiniz.  Büyük bir mutlulukla ve sabırla filizlenmesini, yeşerip büyümesini izlersiniz. Zamanı gelince tomurcuk verip çiçek açmaya başlamasını sevinçle karşılarsınız. Yapraklarını özenle siler, çiçeklerini solmasın bozulmasın diye koklamaya dahi kıyamazsınız.    Onu o kadar sevmiş ve ona o kadar bağlanmışsınızdır ki sizin mutluluğunuzu, derdinizi dinleyen en kıymetliniz, sırdaşınız olmuştur. Sizi her gün aynı yerde bekleyen; anlatacaklarınızı sabırla, yargılamadan sessizce dinleyen en iyi arkadaşınızdır. Sizi ne değiştirmeye çalışır ne de sizden bir menfaat gözetir. Arada su vermeyi unutsanız da, yoğun günlerinizde ihmal etseniz de sizi olduğunuz gibi hatalarınızla kabul eder. Yine bir gün anlatacaklarınızın sabırsızlığıyla koşarak yanına gittiğinizde gördüklerinize inanamazsınız. Kıymetliniz çiçekleri koparılmış dalları kırılmış bir halde can çekişiyor. Şaşkınlık, acı ve öfke birbirine karışırken, boğazınızın düğümlendiğini hissedersiniz.  Girdiğiniz şoktan çıkmaya çalışırken; “Böyle bir şey nasıl olabilir? Kim ne istemiş? Neden yapmış olabilir?” sorularının cevabını bulmaya çalışırsınız. Sonra öğrenirsiniz acı gerçeği… Tanıdığınız, değer verdiğiniz biri gelip sırf hoşuna gittiği için kıymetlinizin çiçeklerini koparıp,  koklayıp atmıştır. Bu kadar basit bu kadar kolay olmamalıydı bir cana kıymak. Kendini koruyamayan savunamayan kıymetliniz, bir anlık heves uğruna nasılda değersizleştirilmiş, araya verilmiş. Telafisi mümkün olmayacak şekilde yaşama hakkı elinden alınmış. Yazık, çok yazık edilmiş. Günlerce uğraşırsınız, bir umutla iyileştirmeye çalışırsınız. Yeniden hayata tutunması, kalan dallarından tekrar yeşermesi için her şeyi denersiniz. Ama nafiledir tüm çırpınışlarınız. Çiçekleri, dalları koparılırken hayattan da koparılmıştır bir kere… İşte bu sebeptendir ki; bir çiçekten hoşlanırsanız onu koparıp koklar ve atarsınız. Fakat bir çiçeği severseniz onu her gün sularsınız...

post image

Rüzgar Üfleyen Fırtına Lodos Estirir

Çünkü sen, yaşamak için başka bir insanın seni sevmesine ihtiyaç duyuyorsun. Fakat ben duymuyorum. O kadar muhtaçsın ki kendin dışındaki biri tarafından sevilmeye, benim ne hissettiğimi anlamıyorsun bile. O kadar çok uzaksın ki benim sevilmeye ihtiyaç duymama hissiyatıma, bir başkası tarafından sevilmeye ihtiyaç duyulmaksızın yaşanabileceğine olasılık bile tanıyamıyorsun... Senin ve diğer bütün insanların "evet sadece insanların" kişiliğime katkısı düşüncelerimi harekete geçiriyor olmanızla sınırlıdır. Duygularımı mı? Onları menekşeler harekete geçiriyor misal, arabalara havlayan köpekler gibi, gülümsüyorum... ve Sen! Bakıyorum sadece, senin bana baktığın gibi ben de sana bakıyorum, aptal aptal bakıyorum. Anlamasam bakmam evet. Bakışmanın en aptal halini yaşıyoruz. Sen de beni anlasan misal... "Bakışmanın en akıllı halini yaşayacağız." dedi kadın. Kadın, sevmenin sevilmekten daha doyurucu olduğuna inanıyordu. Kendini, sevilmeye değil sevmeye borçluydu. Hediye almaktan değil de hediye vermekten mutlu olmak gibi bir şey işte... Fırtına rüzgarın anneannesi, lodos ise oğlu idi. Rüzgarın babası yoktu.  Rüzgar bir çeşit İsa’ydı. Ama dişi bir İsa. Fırtına üflediğinde rüzgar, rüzgar üflediğinde lodos esiyordu...

post image

Kaybedince Kaybolmak

Yaşantımız boyunca hayatımızda olup da kaybettiğimiz her şey ve herkes;  kalbimizde bir iz,  bir sızı ve bir boşluk bırakır. Bazen kaybettiğimiz o kadar değerlidir ki veya biz kalbimizde ona öyle özel bir yer ayırmışızdır ki sadece onu kaybetmeyiz, aynı zamanda kayboluruz da...   Hiç dipsiz bir kuyuda sürekli düştüğünüzü hissettiniz mi?  Elektriklerin birdenbire kesilip karanlıkta kaldığınız ve nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı bilemediğiniz oldu mu? Sakin bir okyanusta,  bildiğiniz rotanızda giderken aniden çıkan fırtınayla dev dalgalar arasında kalıp geminizin alabora olduğunu düşünün. Dünyanızın büyük bir depremle çatırdadığını,  hayatınıza bildiğinizin dışında bambaşka bir pencere açıldığını. Bence kaybedince kaybolmak böyle bir şey… Ne kadar gitmesin,  geri gelsin, desek de çaresizce çabalasak, uğraşsak da biten bitmiş,  giden gitmiştir. Bazen yakıp yıkarak bazen de minnet duyularak ama yerinde hep kocaman bir özlem, hasret bırakarak. Artık gelecekte sadece anılarda ve dualarda yaşatmaktan başka çaremiz yoktur. Peki insan böyle bir acıyı yaşadıktan sonra hayatına kaldığı yerden devam edebilir mi? Kaybolduğu yerden çıkıp tekrar yolunu bulabilir mi? Ya da hayat bize bu acıyı unutturabilir mi? Yaşadığımız hiçbir acıyı unutmayız. Bir söz, bir bakış, bir duruş veya anlık bir durum bize kaybımızı hemen hatırlatır. Dinlediğimiz bir şarkıdır belki de bizi alıp anılar diyarına götüren. Küllenmeye çalışan ateşimiz tekrar alevlenir, kabuk tutmaya yüz tutmuş yaramız tekrar kanar. Özlem dolu derin bir iç çekişle kabullenmek zorunda olduğumuz gerçeğini kendimize tekrar tekrar hatırlatırız. Hayat;  bize acımızı unutturmaz. Belki zamanla hafifletir ama doğrusu, bizi acımızla yaşamaya alıştırır. Benim tek avuntum; onların çok güzel bir yerden bizi görebildiklerini düşünüp, zamanı geldiğinde tekrar birbirimize kavuşacağımıza ve hasretle sarılacağımıza inanmak. Siz acınızla nasıl başa çıkıyor, kendinizi nasıl avutuyorsunuz? Yoksa siz de kaybedince kaybolanlardan mısınız?

post image

Sorun Bende...

Ve "sorun sende değil bende" ile bitiririz ki; vicdanımız rahat etsin. Ben neden mi bendeki seni bitirmiyorum hiç? Çünkü bitireceğim bir şeye başlama zahmetine sokmuyorum kendimi. Bitirmek çok kolay, başlamak/başlatmaksa çok zahmetli. Bir şeye yada birine başlama enerjisi bulamıyorum içimde kolay kolay. Bulunca da dibine kadar kullanıp tüketiyorum yarına çıkacağım makul olmayan şüpheli bulunduğundan. Makul olmayan şüpheli dedim, çünkü bir ömrü kaç nefes sonra tüketeceğini bilmeden yaşamaya mahkum edilmek kadar adaletsiz ne olabilir ki? İnsan ömrü ve bilinci baştan sakat... Böyle devasa bir bilinmeyene karşı durabilmek için, son kullanma tarihinden emin olduğu bir şeyi yada birini başlatma gayretiyle sürdürüyor insan ırkı hayatını. Çoğunluk, evlenip çocuk yapma az bilinmeyenli denkleminin bir bilineni olarak konumlandırıyor kendini. Zira genel geçer uygun bulunmuşluk her zaman emniyetlidir. Ben seni başlatmıştım kendimde, çok bilinmeyenli bir denklemin en bilinmez bilinmeyeni olduğunu düşündüğümden. Zira beni nereye götüreceğini kestirememeliydim, başlama enerjimi kaybetmemek için... Son nefesimin miad tarihi kadar bilinmez olsundu senden bana gelecek şey yada gelmeyecek... Hep doğruları söyleyen bir yalansızlıkta bile belirsiz olmalıydı güzergahımız... Her an yeniden başlıyormuş gibi heyecanlı ama tüketmişlikten üreyen ölümden uzak. Uzak. Uzak kalmamalıydık senle ikimiz; uzaklara gitmeliydik... Ölü olan her şeyden uzaklaşıp orada ölmeliydik birbirimizi tüketmeden. Birbirimizi bitiremeden daha, ölmeliydik. Bu kadar tanıdık olmamalıydın bana hiçbir zaman. Bu kadar olağan, bu kadar standart, bu kadar "herkes gibi" olmamalıydın. Ömrümün son nefesi kadar yabancı kalmalıydın sen bana.